Küsen Narsist Eşe Karşı İyileştiren Bilgiler

küsen-narsist-eş

Kök ailede ebeveyn ve/veya kardeşlerin iyi hissetmemesi bizim de iyi hissetmememize yol açıyor. Bu ilişki ve evlilikte de devam edebiliyor. Yani “partner iyi değilse ben de iyi olmuyorum”. Bunda etik, moral ve ahlak bakımından bir sorun yok. Fakat bazı partnerler bunu suistimal ediyor. Küserek, sessiz kalarak, kötü ters davranarak, sevgisini ilgisini çekerek, aşağılayarak, rencide ederek, değersizleştirerek vb. Bu tür durumlarda eğer duygudurumunuz, ruh haliniz fazlasıyla etkileniyorsa ve hayatınıza devam edemeyecek raddede bile olabiliyorsa ki birçok kişide bunu gözlemliyorum, tam da bu alanda kendimize karşı sorumluluğumuz başlıyor.

İyileşmenin bir ayağı: Küslük huzursuzluğa tahammülsüzlük – Ötekinin duygudurumuna bağlı olmak

Birçok durumda hatanız, kabahatiniz olmuyor. Maruz kaldığınız bu tutumları hak etmediğinizi düşünüyorsunuz. Dolayısıyla bir de ruh haliniz ona göre şekilleniyor ve sizin de yaşam kaliteniz düşüyorsa buna dur demekte bir beyis görmüyorum.

Konunun temel özünde “huzursuzluğa tahammül edememe, sıkıntı problem çıkmasına doygunluk, sıkıntı yaşanmasını artık tolere edememe, küslüğe karşı hassasiyet yani küs kalmak istememe” durumları olduğunu düşünüyorum. Yine baktığımızda bunda da bir beyis yok fakat kritik ve gözden kaçırmamamız gereken nokta şu: Siz küs kalmak, aranızın kötü olmasını istemiyorsunuz tamam fakat bu tek kişilik bir isteğe bağlı değil. Partnerinizin de sizin tutumunuzda olması gerekirken tam tersi bozan, yıkan, o küslüğü yaratan/besleyen tutumu varsa tek başınıza nasıl tesis edeceksiniz?

Çocuklukta küsen ve sevgisini çeken ebeveyni kazanma görevi çocuğa verilir. Çocuk çaba göstermek ve ebeveynini hoş etmek zorunda olduğunu görev edinir. Bunu bakımverenler besler. Bu olgu içinizde ne kadar yoğun ve derin ekilmişse yetişkinlikte de tezahür edebilir. Geçmişte ebeveyninize yaptığınızı şimdi partnerinize yapıyor olabilirsiniz.

Doygunluk

Huzursuzluk, küslük, problemlerin çözülmeden hayata devam edilmesi ve aramızın bozuk olması neden bu kadar rahatsız ediyor? İlk etaptaki cevabım: Doygunluk. Eğer geçmişte -özellikle büyüdüğümüz evde sık, yoğun, şiddetli kavga gürültü huzursuzluk ortamı olduysa, kaotik, az sonra ne yaşanacağının kestirilemediği, diken üstünde, endişeli bir hanede büyümüşsek yetişkinlikte ilişki/evlilikte bağırma çağırma istemeyiz. Daha doğrusu kaldıramayız, tolere edemeyiz. Ben bunu zamanında fazlasıyla yaşadım, uzaklaşmak istediğim, kaçmak istediğim sistem oydu, bulunmak istemediğim ortam bu. (Genellikle de kaçılan ortamın aynısına düşülür. İronik ve paradoksaldır. Bu neden böyle oluyor daha sonra açabilirim). Dolayısıyla bulunmak istemediğimiz ortamı yetişkinlikte de gördüğümüzde şu tür duygular içimizde belirebilir: “Çocukluğum ve gençliğim boyunca o ortamda yorulmuştum, büyüyünce dinlenmek istiyordum fakat yorulmaya devam ediyorum”. “Korktuğum şey başıma geldi”.

Yabancılık

İkinci bir cevap: Yabancılık. Büyüdüğü ev huzurlu, stabil, saygılı, rutin, anlayışlı bir ortam olan kişi; kavga, çatışma, çekişme, güç savaşı gibi davranışlara yabancı olabiliyor. Yetişkinlikte ilişki ve evliliğinde partner olur olmadık sorun çıkarınca, ne zaman neyden kavga çıkacak bilemez halde olunca kişi bocalar. Elbette ki büyüdüğü evde de sorunlar çıkmıştır, fikir ayrılıkları peydah olmuştur, tartışma hatta yer yer sesler yükselip tansiyon artmış da olabilir. Burda gözden kaçırmamamız gereken şudur; o hanede nicelik olarak sık tartışma çıkmamıştır, yoğunluk olarak agresif, kırıcı boyuta ulaşmamıştır ve durduk yere öngörülemez sorunlar değil, bilakis çıkması gereken ve çözülmesi gereken anlaşmazlıklardır. Ebeveynler tarafından iyi yönetilen, çözüm odaklı halledilen probllemlerdir. Bazı evlerde de çocuklara yansıtılmaz. Çocukların haberi dahi olmaz. Yabancılık, işte bu tür bir hanede yetişen kişinin anlamsız sıkıntılara ve tartışmalara yabancı olmasıdır. Hayatı boyunca tatmadığı zehri, ilişki&evlilikten sonra içmesi ağır gelir bu kişilere. Ne yapacağını bilemez, yönetemez, baş edemez, sıkışır, çaresiz hisseder ve daha nicesi…

Peki Ne Yapabilirsin?

Peki ne yapılabilir? Partner hayatınızın merkezindeyse, gün içinde zihninizde ve gönlünüzde hatrı sayılır zamanınız ona yönelikse(normal şartlarda bunda bir terslik yok fakat partner yukarda belirttiğim gibi işbirliği yapan biri değilse bilakis sizi duygusal&manevi anlamda yoruyor, yıpratıyorsa) herşeyden önce libidonuzu(yaygın bilinen haliyle cinsel enerji olarak bilinir, değildir. Libido; hayat enerjisi demektir.) partnerden çekmeniz gerekir. Libido yatırımı, algı ve dikkat yatırımıdır aynı zamanda. Aklım fikrim hep onda, onla ilişkimizi hep düşünüyorum, onunla iyi olmayınca hiçbir şeye odaklanamıyorum gibi çıktılar yaratır. İlk etapta bu karar ve uygulaması zor gelebilir. Çünkü duygusal anlamda yatırım yaptığımız, sevgi ve diğer duyguların eşlik ettiği kişiden uzaklaşma gibi bir his yaratabilir. Lakin tam anlamıyla bir çekilme değildir, kopma veya umursamama hiç değildir. Olumlu olan ilişki dinamiğinin arasına karışmış ayrık otları ve habis tutumları minimize etmek için gerekliliktir.

Libido yatırımı partnerimizin bizim üstümüzde tesir, büyü, nüfuz kazanmasına yol açar. Bu sebepten dolayı onunla sıkıntıda iken duygudurumumuz çalkalanır, depresif ve mutsuz hissederiz, hiçbirşey yapmak istemeyiz. İyi olmak iyi hissetmek istersiniz fakat başaramazsınız, bir nevi büyü etkisinde gibi kolunuz kanadınız tutmayabilir. Bu duygu yükünün etkisini kırmaktır ilk olan.

Nasıl Yapacaksın?

Herşeyden önce kurduğunuz cümlelere dikkat edecek ve inançlarınızı iyi tespit edeceksiniz. “Onsuz bir hiçim, o olmadan yapamam, o bensiz yapamaz” bu tür keskin cümle ve inançlar kendinilerini hayatta gösterir. Merkezden partneri çıkarıp kendinizi koymak durumundasınız. Libidoyu kendimize ve benliğimizi besleyen şeylere aktarmaya başladığımızda oryantasyonumuz ve merkezimiz de kendiliğimize(self) döner.

Diğer yandan münakaşa, tatsızlık yaratabilecek potansiyel varsa, partnerle iletişimi duygudan arındırmak fayda sağlar. Kavga, tartışma isteyen kişi bir şekilde kılıf, bahane bularak amacına illa ki ulaşır. Bu alanda duyguları araç olarak kullanır. Kışkırtabilir, hassas noktalarınıza dokunabilir, sizi tetikleyecek eylem – söylemleri olabilir. Hararetlenip, duygulanım yaşadığınızda ve özellikle öfkelendiğinizde istediğini vermiş olursunuz. Genel itibariyle hatalı ya da suçlu taraf olarak da görülürsünüz. Bu sebeplerden duygu yükü barındıran diyaloglardan uzak durmalı. Konuları dallandırıp budaklandırmaya engel olmalısınız, konuşmalar durumdan çıkıp kişiye döndüyse, suçlama ve kötü hissettirme tutumu takip edebilir. Bunun farkında bile olmayabilirsiniz. Bir yandan diyaloğun seyrini de takip etmek gerekiyor, şuan karşımdaki kişinin niyeti, hizmet ettiği şey ne? gözlemi gerekebiliyor. Evet yorucu.

Suçluluk Duygusuna Dikkat

Suçluluk duygusuna karşı uyanık olunmalı. Kendinizi sorgulamak ve hataların sorumluluğunu almak olgunluk belirtisi olmakla beraber “olmaması gereken suçluluk”, “fazlalık olan suçluluk” keşfediliyorsa kendinizde, bu yarayı merhemleyip kapatmak gerekir. Bu konuda öncelikle kendimizle ilişkimizi yoklayalım:

• Olur olmadık şeylerde kendimi sorumlu tutuyor muyum?

• Hata&yanlışın analizini yaparken aklıma ilk ben mi geliyorum?

• Kendime karşı anlayışlı&şefkatli miyim, yargılayıcı, yeren bir tutumum mu var?

• İçsel konuşmalarım, monologlarımda kendime suçlayıcı(orantısız ve haksız) mıyım?

Empatik, arabulucu, naif, insancıl karakterlerde kendini suçlama eğilimi yaygın gördüğüm bir özellik. Keşfediyorsak böyle bir yan, kendimizi suçlamaktan emekli olmadıkça, bize yönelik gelen suçlamaları savuşturmak yerine içselleştirme eğilimimiz olur. Bu da partnere yönelik duygudurumumuzun devam etmesine katkı yapar.

Kendinizi fazlaca açıklama yaparken buluyorsanız, bir taraf hesap soran ve izahat verilmesi gereken konumda, diğer taraf uzun uzadıya cümlelerle ötekini kazanmaya çalışır haldeyse, ikna etme&kazanmaya çalışma tarzı ise bu da uyanık olunması gereken bir ilişki dinamiğidir. Mahkemelerde sanık kendini izahate mükelleftir, ikna etmesi ve suçsuzluğunu kanıtlaması beklenir. Müşteki mağdur taraftadır, dinler. Neyin sanığıyım? diye kendimize anlaşmazlıklarda objektifçe sormalıyız. Unutmayın, kendinize haksızlık yapılmasına müsade etmekten daha çok zorlayıcı olan kendinize haksızlık yapmanızdır. Bizim hedefimiz kendimizle barış ve huzurlu bir ilişki kurmak, kendimizle dövüşmek değil.

İlişkiye Dışardan Bakmak

Partnere dıştan 3. bir göz gibi bakmak faydalıdır. Partnerde işlevsiz olan tutumları görebilmek, onun payını içsel olarak ona pay edebilmek, ondaki yaraları ve sorun yaratabilen özellikleri keşfedip hakim olmak; ona karşı öfkelenmeyi minimuma indirir. Anlayan, kızamaz. Bakış, öfkeden çıkıp yaralı bir çocuğa bakmaya dahi dönebilir. Karşımızdakinin derdinin bizle olmadığını anladığımız vakit, içimizde o olumsuz duygular yükselmez, yükselse ve iyiden iyice zorlanmış olsak bile dizginleyebiliriz.

Mitlerimizi Bulmak

Daha yüce amaçlar ve gayelere sahip olmak, merkezimizi partnerden çekmeye en büyük katkı yapan iyileştirici yönelimdir. Bu, klişevari olan dine yönelme, yardım kuruluşuna kaydolma, herkese iyilik yapmak gibi bir yönelme değil. Dünyanın bizden beklentisine kulak vermek gibi bir fenomen. Her bireyin ve ailenin miti vardır, o miti bulmak olabilir; kiminde meslekidir, kiminde üretmek ve yaratmakla ilgilidir, kiminde soyunun devamı ve aile kurmaktır, kiminde özgürlük ve seyahattir, kiminde görülme arzusu ve ünlü olmaktır, kiminde sevmek ve sevilmektir. Bu örnekler çok daha üst başlık mitlerdir. İlla bu denli büyük görünen hedeflere yönelmekle başlanmayabilir.

Mitlerimizi nasıl bulabilir, keşfedebiliriz? Uzunca sürelerdir iç sesimizde olan, kendimizi dinlediğimiz zaman duyabildiğimiz tekrarlayan düşüncelerde bulunabilirler. Fantezilerimiz bu tür değerli hazineleri barındırabiliyor. Kurulan hayaller, gündüz düşleri, somut dünyaya döndüğümüzde “bu değil ya” deyip zihnimizdeki tatlı gelen kurmalar, arzular… Kent hayatının hızından ve stresinden uzak kalıp kendimizi dinlediğimizde zengin ve değerli hazineler bulabiliyoruz.